BİR TAŞIYICI OLARAK DİL

Kültür nedir sorusunun en güzel cevaplarından birisi belki de Peyami Safa’nın şu sözüdür: ‘’Kültürün ilk basamağı, anadilini iyi konuşmak ve iyi yazmaktır’’. Yani insan/insanlar kendi kültürünü ne kadar iyi biliyorsa ana dilini o kadar iyi konuşuyor ve yazıyordur. Dili iyi konuşmak ona tüm yönleriyle hakim olmaktır. Bunun neticesi ise kültüre hakim olmaktır, yani bir insan dil öğreniyorsa o dil ile  beraber kültür de öğreniyor demektir. Bu sebeple dil ve kültür ayrılmaz bir bütündür. Kültürsüz bir dil düşünülmediği gibi, dilsiz bir kültürde düşünülemez. Çünkü insan bir dili öğrenmeye başladığı zaman o sadece o dil ile kalmaz aynı zamanda kültürü aynı zamanda insan ilişkilerini aynı zamanda ortak duyguları da beraberinde öğrenecektir. İkisi ayrılmaz bir bütündür.


Bu soruya Mehmet Kaplan’da şu cevabı verir: ‘’Asıl kültür ve ilim, kelimelerin gösterdiği şeyleri ve onlar arasındaki münasebetleri bilmekle başlar’’. Yani dili öğrenen/öğrenenler o dil ile birlikte o dilin sağladığı şeylerin de peşinden gider. Çünkü dil öğrenmek insana o kapıları açacaktır. Yani bir milletin geleneği, göreneği o milletin dili ile doğrudan ilişkilidir. Bu geçmişten günümüze, bizden önceki toplumlardan bize kadar böyle süregelmiştir. Dil kültürü beslemiş, kültürde onu beslemiştir yani aralarında muhteşem bir muhabbet, muhteşem bir gönül bağı vardır. Ve bu bağ öyle bir bağdır ki; asırlardan beri süregelmiş ve hiçbir engelleme onlara mani olamamıştır.


Peki nedir bu gönül bağı ?


Öyle bir bağ ki bu gönül bağı hiçbir karşılık beklemez senden ve hiçbir beklentiye girmene izin vermez. İşte bir dil böyle bir bağla bağlıdır kültüre yani dil kültürü asırlar öncesinden alıp sana getirdiği gibi  seni de alır asırlar öncesine götürür. Dil öğrenmek demek asırlar öncesine gitmek demek, dil öğrenmek demek gönül bağı kurmak demek.